19 Ara 2013

*fullmoon

Şiirler tuz kokar mı sahiden?
Geceye baktığında beton yığınlarından çekebiliyorsan gözlerini,
Gökyüzünün eriştiği kadar tuzla buz olacak bütün caddeler, sokaklar, şiirler.

Şiirler unutulur mu sahiden?
Unutmayı hatırlamakla pekiştirmiş bir insanın,
Yıldızlara ulaştığında sol gözünden akan bir gözyaşıyla kanda kokabilir bütün salıncaklar, tahterevalliler.

Parmaklarımı seyret, bu gece dilim susacak olsa da, parmaklarım kan kussada dansını kesmemeye mütekerrirler yine.
Çok karamsar, çok çocuksu, az kirlenmiş, fazla kazancı olduğunu sanıp aslında hepsini yok etmiş.
Beyninde onlarca ninniler, beyninde onlarca üzeri gömülmüş çocukluğunda kalmış bütün melodiler.
Karamsar.
Fazlasıyla karamsar.
Sorgusunu sual edemeyecek kadarda korkak bazen.
Aynaya baktığında elleri titrek giderken yüzüne,
yaşını haykırdığında son bulur ya çocukluğu
-kimse bilmez.

Bir tanıma çeşidi dahi değildir,
Başkalarının gözlerinde çizdiği kederi anlayamadığın kadar,
gözlerinden tanıştığı kadarını ezber haline getirmek.
Sağlıklı da değil sahi.
Çıtırından bir delirme sebebi.
Karanlığın içinde kendini kaybetmiş büyümeye inat gitmiş ufacık eller.
Şimdilerde neyse, mezarına beraberinde götüreceği onlarca şizofreni sebebi sesler.

Melodiler, melodiler.
Ruhunu beslerken, insanları gömmene eşlik edecek o tatlı katil melodiler.
Şaraplar sunmalıydık, kahveyle harmanını çekerken.
Şiirler ve şarkılar kadar denk getirmeliydik şu lanet olası iki şeyi.
Birinde yıllar yılı hatrın kalmalıydı bende,
Diğeriyle yıllar yılı katlamalıydım seni kalacağın eşsiz güzellikte.
Tutulmaz çünkü kötü nedenler, unutulur-silinir-yok edilir.
Yaşını hissetmediğin kadar kaldığın kötülüklere bu zafer benim dercesine
unutulur bütün kötülükler.

Şömineler, alevler.
Ne önemi var bir evden başka bir eve adım atmanın
Çatıya deliler gibi üşüyerek çıkmayacaksak,
Tenin tenime ateş olmayacaksa, ısıtmayacaksa bir kimyasalın yerini tutamayacak kadar
ne kadar değer kadehler, şaraplar, tüm içkiler.
Bana yıldızları öğretmeyeceksen bir çılgınlık yapıp
unuttuğum en güzel yerlerinden.
Unuttuğum en güzel hikayelerden çıkmayacaksak yeniden
-yeniden- yerine yenilerini koymayacak, ne kadar değer?

Şarap dediğin yıllara eş değer.
söylenilmez ki öyle herkese, kadehime bir de senin kadehin dokunsun diye.
Nitelendirme hatalarından biridir ki,
Kadehime kadehinin dokunduğu yerde bütün yıldızlar birbirine girer.
Tenin bedenime eş değer.
Uzun kelimeleri es geçemedim, yanlış anlaşılmamak adına
yanlış tarihlerin, yanlış kuramların, yanlış olacak her yazılı silahın bir anlık sonsuz ölümle biteceğini bildiğimden.

Sadece Dinle.*


9 Ara 2013

saçmalıklar bütünlemesi.

Çocukluğun kadar elverişli soğuklar ardı ardına düşecek dolunaydan önce.
Çocukluğum kadar soğuk geçmeli bugünde.
Bir o kadar kayıp-
Büyüdüm derken dudakların arasına bir sigara daha çalacak parmakların.
Yakarken hatırlayacaksın, ilk zamanlarında kirpiklerine değen sıcaklığı.
-kirpiklerini yaktığın geceleri,
Öğrenime bırakmadan önce sigaranın aleviyle yaktığın günleri sayacaksın.
Çok geride bırakacaksın, ateşinden önce göz yaşlarınla ıslattığın gözlerini bulacaksın.
Bir sigara daha yakmadan önce, kaç sigara daha kurutur buğunu?
Kurutamaz sahi.
Sen kendini bu denli saklarken, insanları yanıltmak dışında bir kıvılcım yakalayamayacaksın.
Büyüdüm derken, kelimelerine ihanet etmek üzere daha çok şey yaşarken bulacaksın.

Cehennem ağladı ağlayacak bugünde.
Bütün ruhlar kendini azat etmeden önce.
Kulak versen biraz, az daha izlesen geceyi, az daha eşlik etsen geceye
Ne kadar yalnız kaldığını hatırlayacaksın.
Çok derinlerde saklı kaldı psikiyatri, çok derine gömüldü onlarca insan psikolojisi.
En yüce çirkeflerden ibaretti aslında psikologların ta kendisi.
Ağzı kapalı dinlerken, ruhlarını kaçırarak endişeyle dinlerlerdi bizi.
Ağzı açık konuşurlardı, ezberine sığdırdıkları kadar kelimeleri.

24 Eki 2013

mémoire de la mort*

Tüm şehir ışıklarını kapattı bugün.
Dolunaya eşlik edeceğiz, elimizde bir kadeh
İstikrarsız birinin şarap dökmesini bekleyeceğiz.
Kullandığımız şeyleri etkensiz hâlde bırakıp arkamızı döneceğiz.
Bugün bu şehri değil, anıları terk edeceğiz.
Çocukluk fotoğraflarını ayıklayacağız bu gece seninle,
İçinden en güzel anılarımızı çıkartacağız hiç yaşanmamış hissini dayatmak üzere
ateşin en kor kısmına gömeceğiz.
Beynimizi açıyor bugün atmosfer fark ediyor musun?
Beynimi açıyor oksijen senin ellerinde görüyor musun?
Bugünde içkiden çok uzakta midem bulanıyor insanlardan.
Bu durumdan çek çıkart beni diyorsun.

Seni biriyle tanıştırmak istiyorum bugün.
Hayatının tam ortasını mahvetmiş, aslında çok şey kazandırıp
eş zamanlı yok etmiş.
Bunun karşılığında hiçlikle tanıştırıyorum-
hak ettiğinin bu olup olmadığını sorgularken seni.
Ellerini yüzüne götürüyorsun sorguların sırasında.
Aynaymış edasına kendinle karşılaştığında hızlıca ellerini yüzünden geri çekiyorsun.
Hiç değilsin aslında diyorum sana,
Bunu sana söylerken de Tanrı olduğunu iddia ediyorum.
Düşünüyorsun.
Oysa bugünümüzü içkilere ve şarkılara adayacağımızı günü başlatmadan dile getirirken-
bunu yapıyorsun.

Sen bir Tanrı'sın gözlerimde diyorum.
Sorgularına bıraktığın yerlerden devam ediyorsun.
Düşünme dediğimde hiçlik kavramına kendini oturtmaya başlıyorsun.
Nasıl olurda bir insan mimiklerine gömer tüm olmamışlıkları diye soruyorum,
Anlat diyorsun.

Hiç değilsin diyorum, hiç olmadığını söylerken aynı zamanda devam ediyorum-
Sen bir Tanrı'sın gözlerimde,
en güzel yaratılan, en sahici yaratıcı diye dile getirmeyi de unutmuyorum.
Sense sadece içinde bulunan basit ama ince ayrıntılara dikkat edemiyorsun.
Kalbini bunca zamana denk ben yıpratmadım.
Hayatını adadığın tek bir kadın üzerinden giderken,
Yol ayrımlarındaki çizgileri düzgün çizemiyorsun.
Anlamadığını hissediyorum öncelikle, sonra gözlerinde görüyorum.
Derin bir nefes almak yeter mi sence bana?

Ben bunları senin dilsiz dilinden çekip çıkartırken,
Anlaşılmamak adına zorunlu gülümsemeler bırakıyorsun içki sofrasının tam ortasına.
Tasvirler sunuyorum sana, içki masanın tam ortasına eksik bıraktığımız mezelerin yanına.
Yıllar yılı yanında değeri ölçülmemiş tarihi eseri saklayan bir anne gibi diyorum.
İnce dokunmuş her anıyı onun yarattığını,
Kendisini bir Tanrı kılmayı beni yaratırken var ettiğini söylüyorum.
Şimdilerde ise, ölmesini dualarından eksik etmeyen bir anne ile küçük bir kızı anlatıyorum.

Tanrı yarattığını konumlarını kestiremeden öldürmeyi de isteyebilir miydi?
Mantıklı konuşamıyoruz kabul ediyorum ama,
Bir Tanrı yarattığını öldürmeyi ne denli kabul edebilir ki?
Çok mu sıkılır kurduğu oyunlardan,
Ellerinin arasında tuttuğu bir kukladan.
Farklı kuklalar mı yaratmak ister koskoca dünyasına,
olanı değiştirmenin varlığı yetmediği için ona?
Çok karışık değil mi adam?
Adam demişken,
Kaçmayı seçeceğini fark ettiğim kadar çocuktun.
Kaçmayı seçmediğin süreçte adam kalacaksın yanımda.

Din biçimlendirilmesi gibidir bazı kavramlar.
Çünkü biz inançları boş vererek din yerine oturttuk bazı insanları.
Asıl sorunumuz din biçimlendirmesi kadar önemli miydi insan karakterinin rollerinde,
yoksa bu kadar inançlılar mıydı sahiden din rollerinde-
orantısını tutturamadık.
Geri kalanına dönünce,
sana büyük bir Tanrısın dediğimde, niçin yargıladığını bilmek için sunuyorum gözlerinin seyrine.

Önce gökyüzünü, ardından denizi sevdim ben.
Ardı ardına huzur koktular.
Sonra kuşlara özendim, çünkü iki farklı huzura sahip olanlardılar.
Sana uçmak istediğimi söyledim,
Sense ilk fırsatta nasıl düşürebileceğini kurgularken,
yaptığım bütün günahları bugün yeryüzüne çıkarttım.
Parmak uçlarımla hizaya sokup, bir bir gömdüğüm çimlerin uzamış hâllerine serdim bugün
yarattığım tüm ölü bedenleri.

Nefes almaları için dua ettiklerim vardı bazılarına.
İstediklerime inatla almadılar son bir nefes daha,
göz kapaklarını açmadılar
hislerimi bıraktım, ölü cesetleri gömdüm bu sefer toprağa.

Binlerce gece bırakacağım ardından sana.
Bir geceyi bine katlayan senin
onları da koruyacağına adım kadar emin olduğumdan.

Hoşça kal demeyi öğrendim huzura.
Ellerinle umursamaz bir tavırla istemsiz yarattığın benliğime en çokta.

*sadecedinle.

14 Eki 2013

istanbul/2013

Hiç bir konuda ufacık dahi fikri olmadan dayatılmış baskıları düşündüm bu sabah.
Masmavi bir gökyüzü vardı elimde, biraz sis, biraz sessizlik, bir parça da özgürlüğüne ulaşmış martılar vardı gözlerimde.

Mavi bir gökyüzü vardı bugün ellerimde,
Bayram duaları.
Bayram çocukları vardı bugün seyirde.
Doyumsuzluklarına doyamamış, sonsuzluğu ararken-
gökyüzünü es geçmiş çocuklar vardı.
Şeker kusardık biz bayramlarda, çikolataya doyamazdık.
şimdikilerin hepsi paranın körlüğünde kan kusmuş.

Dualar vardı bugün kulaklarımda.
yaşadıkça anlamlarını kaybetmiş ezan sesleri.
Senelerdir dua etmeye açılmamış bir çift ele sahiptim
Unuttuklarımı geri veren bir sabah vardı bugün.

Sekizi yedi geçiyordu.
Çocukluğumu çocukken kaybettiğimi fark etmeden de geçemedim ben bugün.
günler ardı ardına sıralanmış,
bayram arifelerini görmüş.
Bayram alışverişleri olmuş.
Hayalimdeki gibi herkesin her bayram muhakkak bir kırmızı rugan ayakkabısı olmuş.
Çokta sevmişler onları.
Sevdikleri kadarda ayaklarını vurmuş.
Değeri yıllanmış olsa bile yıllarca unutulmuş bir eşya kadar olmuş,
akrabalık kavramları gözlerin seyrinde.
Bariz bağırmışta bizlere, umursamazlığın dibinde kaybolmuş.
Bugün onlarca insan hayvanların katliamı eşliğinde insanlığını unutmuş.
Sanki İstanbul sırf bu katliama göz yummak için ortadan kaybolmuş.

Bugün bayramın birinci günü.
Evde kimse arsız bir sevinçle uyanmadı bugün.
Arsız çocuklar çalmadı kapıyı defalarca.
Sokaklar bomboşken çocuksuz,
Adım başı camilerde insanlar dışarılara kadar dolmuş, doluşmuş.

Ben bile arıyorsam bugün çocukluğumdaki bayramları,
ardımızdan koşan nesil neyin farkındalığını pabuçlarının altına basamak tutmuş.

Çok güzel yaşamışım ben bayramları,
büyüyünce hepsi kaybolmuş.
Hepsi kaybolmuş ne yazık ki
aile kavramları yok olmuş.

Kırmızı rugan pabuçlarımı annem sadece fotoğraflarda anımsar olmuş.
Heyecanla iki yandan ördürdüğüm her zaman uzun kalmış saçlarımı ördüğünü fotoğraflardan görmüş.
Hepsini ben bu sabah bir başıma hatırlamışımda,
Herkes çoktan zarar görmesinlerle başlayarak en büyük hatalarını
en hassas şekilde muhafaza ederek bir kenara saklamakta bulmuş.

30 Eyl 2013

Kayıp.

şarkıların yazılmış notalarının dışına çıktığında
herşeyi yeni baştan yaratırsın
Bulunduğun konumu, üzerindeki kıyafetleri
okuduğun ve sayfalarını azar azar yıprattıktan sonra kelimelerini okumaya üşenerek
barındırdığın kitapları.
Tanrı'ya inancını sorgularsın,
yokluğun arasında sıkışmışlığın içinde
Tanrı'nın varlığını red etmeye çalışırken tekrar ona sığınırsın
Her şeyden bir parça konulmuş evren üzerinde
kaybolmuş her ne kadar şey varsa onları bulup çıkartırsın.
Ararken ellerin mi yaralanacak ruhun mu kirlenecek
beyninden onlarca soru geçerken ne yapılmasını gerektiğini bilmeden öğrenmeye mi çalışacaksın-
Tüm bunların hepsini göremeden.
Bazen yağmurun nefesini sıkarsın, daha çok hissetmek istercesine bir volüm ararsın
yükselsin sesi, daha çok gürlesin.
kulaklarım çınlasın, daha çok dokunsun tenime.
Daha çok dokunsun ki tenime,
beni yeni baştan yıkasın
yeni baştan yaratsın.
Yağmuru bazen Tanrı kılarsın.
Denemedim hiç, deneyemedim.
korkularını susa susa yaşayarak korkularının arasında boğulacak,
aptal bir kız çocuğuyum ben.
Hedeflerini belirlemiş, hedefleri var olduğu hâlde hedeflerini kaybetmiş.
Dizlerini kanata kanata çirkinleşmiş.
en iyi ezberleyebildiği şeyi düştüğü yerden hiç bir şey olmamış gibi kalkmak olduğu bilmiş
bunu bilmeyi başarırken de,
her seferinde tek başına yapacağını iyi ezberlemiş.
270813
-sadecedinle.

Nuances de Pluie*

Elinde tutmayı bilmediğin kavramlara ulaşacağımızın hayal olduğu anlatılırdı.
Ufak çaplı masallar gibi.
sessiz sedasız.
Dinlerdik bir şey demeden, güzel gelirlerdi
hayallerini kurardık.
Elde etmek isterdik ardına kapılıp gittiğimiz masalları-
Gerçek hayatla aralarındaki bağlantıyı fark edemezken.
Saflığına inandığın hayalleri avuçlarının içine alıp baktığında
fark ediyor bazen insan
Hayallerin devamının gelmesi eşsiz bir klasik müziğe hatasız eşlik etmekle eş değermiş
Korkuların sırasında sonlarını bildiğin acıların miğde bulantı sebepleri de buna dahil elbet
-masallar kadar inanamadığın insanlar girdiğinde hayatına
Elin ayağın birbirine karışır gibi olunca
Anlarsın tekrar aslında hiç bir şey bilmediğini
Eksiklerini tararsında bulamazsın-
Eksik olmadığına inandırmış olduğundan kaynaklı gelir
Bazen tartışmalarda susarsın
Sonunu hayal ettiğin gibi yakalamamak için
Sustuğunda yanlış anlaşılmak cabası olur,
katlanırsın
Aşık olmakla bir olmayan kavram saydığın sevgiyi anlatırsın
Canını nasıl yakacağını bile bile yürümek gibi olur ya sana
Göğüs kafesindeki kuşları salıp
filleri çığlık çığlığa çağırır gibi.
Binlerce kişi arasında bir resitalde yanlış notalara basıp
kendini küçüksemek gibi durumlar''
Notalarının doğruluğunu bile bile daha çok farklı tonlar duymak gibi birazda-
Yanlış ton gelen her notanın tek tek tellerini kesmek gibi piyanodan.
Yanlış olan parmaklarınının tuşlara eşliği değil de,
duyduğun notaların ses tonları olduğunun farkında olmadığın
Yanlış olan kaybetmekten korkmak değil de,
kaybetmek yokken elde
yoktan var olmayı baştan yaratmak.
Yağmurun huzurunu geri almak istediğinde ellerine,
yağmur damlalarını ellerinde tutamamayı fark etme hissiyle bir.
Kulaklarına olmadığı hâlde gelen bir yağmur sesi,
yağmadığı hâlde toprağa işlemiş bir yağmur kokusunu aramak gibi.
270813
başta bu, sonra bu olmak üzere; -sadecedinle*

11 Tem 2013

Yıkım Noktası.

Boylu boyunca bir ağaç, uzanamıyoruz seninle ikimiz.
Ellerimiz uzanıyor-
Ellerimiz uzanıyor, bir piyona çalarmış edasına.
Ellerin ellerime paralel geçiyor
Dokunmak istercesine bir arzun varmış gibi.

Ellerini uzat-
Ellerini uzat, tuğlalar bugün en güzel oyuncağımız.
En güzelinden bir çimento yapacağız.
Kirlenmeye elverişli olmayan, bir kusur bulursa hemen dışa bağıracak ellerin.

Duvarlar örüyoruz seninle, solmaya mahkum edemediğimiz ağaçların önlerine bir bir.
Saatlerimizi almayacak üşenmesek,
Ellerinle yeşerttiğin ağaçlarını göremeceğimizden korkmasak.
Bitecek duvarlar, yıkılmayacak kadar sağlam.
Duvarlara dokunacağız seninle aynı zamanlarda, farklı duygularla.
Ulaşılmazlığın hazzını tadacağız.
Bazen duvarları yoklacağız seninle, bir yıkım noktası arayacağız.
İnsanım ben.
Bencilim.
Kendi yaptıklarımı senin üzerine yıkmam adalet sayılamaz.
Ellerim diyorum, o eller bedeninden daha masum.

İnsansın sen.
Sen de, benim kadar bencil.

Saçların diyorsun, uzanmaya çalıştığın yerlerde beline kadar uzayan sapsarı saçların.
Ellerini uzatıyorsun, saçların okşanmaya değecek diyorsun.
Eyleme varamıyorsun benimle, hak edemiyorum sırma saçlarını diyorsun.
Gidiyorsun.

İnşa ettiklerimize bakmak gerekir, yıkım noktalarını sağlamlaştırmak-
Bir ışık belirtisini daha sana/bana iletemeyecek kıvamda tutmak.
Gitme diyorum, aramızda boylu boyunca bir duvar.
Uzayacak o ağaçlar, duvarın boyunu aşacak göreceksin diyorsun.
Demesende gözlerin konuşuyor bu sefer.

Bir de gözlerin-
Bir de gözlerin, ellerinle eş değer sevgili.
İkisi de birbirinden usul usul habersiz, ikisi de birbirinden alabildiğine masum.

Hâl bu iken ben ne mi yapıyorum?
Kullanışlı hale getiriyorum bu duvarları, küçük bir sinema perdesi var hayalimde, onlarca anımızın gezip durduğu üstünde.
Eski filmler kadar yıpranmış duruyorlar, eski filmler kadar ölümsüz kılınacaklar.
Boyunu alamamış ağaçlar, sararamadan boy atacaklar.
İşte o zaman sen,
Gözünü kısacaksın, alışık olamacağın manzaranın değişmesi karşısında.
Yardım etme bana, bu duvar yıkılmayacak kadar sağlamsa,
Kalbini aç bana, geri geldim.
avenir lorsque- août*

23 Haz 2013

Infinity*

Büyümenin her aşamasını en tatlı şekilde geçirdi belki de,
Kimse bilemedi.
Bir şeyi istediğinde muhakkak ulaşabilene kadar sabretmişti.
Meraklı bir çocuktu, neyin nasıl var olduğunu düşünecek kadar.
Bazen aptal sayıyordu kendini,
Yaşıtları onun düşündüklerinden habersizdi.
Çok çabuk büyümek istedi,
Çünkü büyümek demek, istediği her şeye bir adım daha yaklaşmak demekti.
Böylece tüm hayallerine ulaşıp, mutlu olmayı hedeflemişti.
Merak ettiği onca şey arasında tek şeydi merakında buyur etmediği-
''Mutluluk''.
Mutluydu, hayalleri vardı, büyümek istiyordu.
Ve tüm bunların hepsi günden güne gerçekleşiyordu.
Kimse gelip bunların hepsinin mutluluğunu azaltacağını söylememişti.
Çabuk öğrenmeyi seven bir çocuktu aynı zamanda Mathilda.
Her yeni bir ders, yeni bir hayal kırıklığıydı.
Yaşıtlarının aksine, merakının verdiği hataları erken öğrendi.
Bir gün geldi, hayallerinin tam ortasında buldu kendini.
İki adım görüyordu gözlerinin önünde,
Birinin sonu kocaman bir hiç, diğeri ise çetrefilli bir yolun en sonundaki hedefleriydi.
Emek vermeyi seçti küçük kız,
Her ne kadar canı yanacak olursa olsun, hayal ettiklerini elde edeceğine dair söz verdi.

Ve günü geldi,
Hayallerine en yaklaştığı dönemlerde büyüdü Mathilda.
Her gece silinen bir anıya sahip çıktığını söylemişti,
Arada bir de kendi anılarını silmek istediğini.
Cesaretinin buna elverişli olmadığını dile getirirken,
Aynalar karşısında ne kadar aciz göründüğünü belli etmişti.
Hataları vardı sadece, acizlikten evvel çok uzaklarda.
Hayata bakış açısını değiştiremediği gibi,
Bulunduğu acıların içinden kurtulmanın tek yolu olduğunu-
Acıların üstüne gitmek olduğunu ezberletiyordu kendine.
Gün doğuyordu,
İnsanlar uyanmadan, sûkûnet bozulmadan evinden ayrıldı.
Tanrı'nın muazzam bir hediyesi olarak gördüğü gün doğumları için çatıya çıktı.
En güzel yeriydi burası onun,
Yıldızlara eşlik edebildiği, sonsuzluğu tadabildiği, sessizliğin içinde kaybolabildiği en naif yerdi.
Çocukluğuna dönerdi sık sık buralarda,
Belki de bu tarumar yeri tek sevme nedeniydi-
Sadece burada kendiyle yeniden tanışabilmesi.

En önemlisi de bir günü, bir diğerine bağlayan gecelere şahit olabilmesiydi.
Ruhunun son demlerine kadar kirlendiği zamanlarda,
Bu saatlerdi en güzeli.
İnsanların yavaş yavaş tükendiği,
İnsanların anlaşmışçasına bütün geceyi sessizliğe gömmeleri,
Bulunan onlarca sesin, sessizliğe gömülmesi.


18 Haz 2013

*étaient des enfants

Bundan yıllar evveldi.
Bir masal gibi, denizin dibi, ağaçların içi bir yerdi.
Herkesin mutlu olduğunu sanıyorken farkındalığın dışına çıktığımız şeylerden biriydi
Kimsenin birbirine kötümser yaklaşmadığı,
Eve şarkılar söylerek, ip atlayarak, belki de en büyük tartışmamızı bir beslenme çantasını unutarak yaratıyorduk.
Yıllar geçiyordu.
Yılların geçmediğini savunup, daha çok büyümek istiyorduk.
Hiç düşünmedik nedenini.
En güzel anılarımızı arkamızda bırakacağını bilemeden-
Tek istediğimizi büyümek olarak belirledik.
Her zaman için beklenti vardı.
''Ne olacaksın'' vardı mesela,
''Ne zaman büyüyeceksin artık?'' der gibi.
İçimizde unutarak büyüttük çocukluğumuzu.

Ufakken öğrendik aslında bir çok şeyi,
Binlerce ders aldık, onlarcasını oyun sandık.
Belki de şimdilerde aldığımız dersleri de öğrenmişliklerden saydık.
Kim bilir,
Çocukluğumuzu yaşamadan ölüme yaklaştığımız her adımı bir kutlama var saydık.
Ölüyorduk,
Ama bir o kadar içimizde yarattığımız Polyanna'yı kendimiz bile göremiyorduk.

12 Haz 2013

Juin 12, Mercredi*

Her insanın yapmadığı noktalara değineyim istedim bugün.
Bugün günlerden 12 Haziran, Çarşamba.
Sabahın beşi-
Bazılarının sabahın körü olarak nitelendirdiği.
Bu saatlerdir benim içimi açan,
Bu saatlerdir insana şehrine karşı saygı duyduran.
''Sabahın kör vakitleri'' demeden uyanıp,
Havayı solumayı denedin mi hiç?

Onlarca ağacın kokusunu, egzoz kokusu var olmadan, kuşların cıvıltıları tükenmeden,
Sabahın bu saatlerini tattın mı bir kez dahi olsa?
Yapmadıysan tavsiyem budur.
Hoşnut kalacaksın.
Belki de her gün nefret ettiğin bu şehre bir kez daha borçlanacaksın.
Her gün yakıp yıktığın, egzoz dumanlarınla süslemekten vazgeçmediğin,
Kornalarla yeni şarkılar türettiğin için.

Biraz dön bak etrafına.
Onlarca insan, onlarca hayal, binlerce yaşam var çevrende.
Göremiyorsun, çünkü beynini ne yazık ki düz orantılı kullanıyorsun.
Hayat az da olsa yaşamaya değer.
İnsanları yargılıyorsun, kendini göremeden.
Aynalardır beni gösteren diyorsun, içini bilemeden.

Peki ya,
Bu davranışlarında mı sonu gelmeyecek sanıyorsun?
Geliyor, sen ölümünü dahi düşünemiyorsun.
Herkes faşist doğdu bu dünyada-
Asırlar boyu böyleydi, böyle geldi.
Yıllar yılı da, böyle öldü insanoğlu.
Aksini ikna edemezsin.
Gel biraz, seninle düşünelim,
Tarihini iyi tanıdığına emin misin?
Cevabın nihayetinde ''Evet'' olacaksa sözüm olmayacak sana.
Ama saniyeler arasında bir cevabın bulunmayacaksa,
Öğrenmen tavsiyemdir sana.
Tarihin seni özgürlüğüne kavuşturacak.
Neden mi?
Kitaplar dostun olmasa bile,
Tarihini bilmek özgüveninle beraber, beynini açacak.
Bunlardan en önemlisi gözünü açacak.
Hayata dair daha bir şey isteme durumun kalmayacak.
İşte- Ben sana o vakit hoş geldin diyeceğim sana.
''attendu; août*''

Juin 12, Mercredi*/DeepDiaries.

3 Haz 2013

Accueil, Chérie*

Hayatımı boş şeylerle geçirdiğimi söyle bana.
Boş yalanların içinde kaybolduğumu dile getir.
Dinleyeceğim, 
Söz veriyorum.
Gel buraya, hatalarımı tut ellerinle.
Dök yüzüme.
Hiç birini ardıma koymayacağım.
Sana teşekkür borçlanacağım.
Gel buraya,
Hiç bir zaman gitme.
Bak buraya,
Biz olduk.
Yoktandık, biz olduk.

Yalanlarımı söyle bana.
Yalanlarımın arasından kelimelerimi bul çıkar,
Anlamlarını öğret bana.
Hayatımda oynattığım taşları göster.
Toparla teker teker,
Yeni yolumu yalanlarımdan aç,
Çok dürüst olsun.

En başından beri yanımda olman gerektiğini dile getirme bana,
Zamanı de.
Tam zamanı, tam zamanında buldum seni.
Yakaladım.
Bunlar senin diz yaraların de.
İzle de, 
İzlediğin anlarda düştüğün anıları gözümün önüne getirmem gerektiğini söyle.

Yaralarımı temizle?

Çok ihtiyacım varmış sana.
Senelerce durduğun noktadan az öteye gitmene.
Gelmene.
Yaralarımı bir bir tutmana,
Ellerimi tutmana.

Çok mu duygusal oldu?
Emin değilim.
Kelimelere sığdıramadım seni.
Onlarca sene içinde, çok büyümüşsün ellerimde.
Yazamıyorum, düşünemiyorum, dilime dökemiyorum.
Ne güzel şeysin sen sahi?
Tam zamanında geldin.
Hoş geldin.


24 May 2013

Je suis désolé, ''Mère''

Ondan bir parçasın.
Ama hiç bir zaman bir parçasına ait olamamışsın.
Kendinin ne olduğunu bilmezken, senin ne olduğunu yargılayan insanlar arasındasın.
Mükemmelliyetçilik üzerine kurulmuş bir düzenin var senin,
-Daha doğrusu böyle olduğuna inanılmış bir ön görüş.
Kırık hayaller, yıpratılmış gururlar, menfaatler.
''Menfaatler..''
Menfaatler üzerine kurulmuş bir düzen asıl bizimkisi.
Kimin kimsesinden haberi yok.
Aynı duvarlar içinde kimsenin birbirinden haberi yok.
Kimse onlarca sene birbiriyle tanışmadı.
Aynalara bakmayı unutalı da çok olmadı sahi.
Hangimiz hangimizi bu kadar derinden yıprattı?
Neler kaybettiğine dair avuç ardına bakmak niyetinde değilken,
Ellerinden hiç birşey bulundurmadan ileriye bakmak ne kadar sağlıklıydı.
Değildi.
Hiç bir şey bu dört duvar arasında sağlıklı değildi.
Ne sen, ne senden yana parçalar.
Ne bu dört duvar.
Nefes al.
Nefes almadan bunu gerçekten yaptığına dair kanıtlar ara.
Yok.
Hiç biri yok.
Ellerinde tuttuğun hiçbir kanıt yok.
Ellerini kanatıyorsun her çığlığında,
Her kelimelerin sessiz bir iç geçiriş olsa bile ıslık niteliğinde büyüyor.
Büyüyor,
Uçurumdan gelen eşsiz bir çığlığa dönüşüyor.
Tehtit yok kadın.
Ellerinden kaybettiklerini geri isterken,
Tehtit etmenin hiç bir mânâsı yok.

9 Nis 2013

Un courageux lâche*

Hayatının ilerleyen zamanlarında duraksadığın anları gözden geçir.
Onlarca insan gelip geçmiş, defalarca kaybetmiş, çok az da olsa kazanmış olduğunu göreceksin.
Nereye gittiğine bile emin değilken,
Onlarca gereksiz insan tarafından yargılanmışsın.
Yaptıklarını göz önüne getir.
Hangisi kayda değerdi?
Üzerinde yaşadığın hayat işte.
Sen bile hiç birşeyden emin değilken,
Hayatına sokmuş olduğun onlarca insan
Yapmış olduğun onlarca şeyin ne kadar yanlış olduğunu savundular sana.
Dini inançlar, yaşanılan hayatlar, ilerlerdiğin, ilerlediğini sanarken gerilediğin onlarca süreç.
Onların bunlar hakkında zerre kadar fikirleri bile yokken,
Hayatın üzerine yorum yapma yetkisini edindiler senin üzerinde.
Hangimizin hatası?
Senin?
Yoksa benim mi?
İnsanlar neleri hangi sebepten ötürü yargıladıklarını bile unuturlarken,
Onları defalarca aklının bir köşesine kazıdın,
Kazırken zarar gördün.
Aklından çıkartmanın sözünü dahi etmiyorum.
Bu hepsinden daha acı verici olmakla beraber daha çok can yakıcı.
Hiç durup düşündün mü?
Doğarken, yaşarken, bulunduğun konum üzerinde ne kadar katkı payın var?
Buna kader deniliyormuş.
Senin dahilin dışında, senin alıp vereceğin nefesler doğrultusunda, sana sorulmadan yazılan ufak tefek zararlar kısaca.
Kader.
Kader bana göre değil.
Birşeylerin benim iznim olmadan bana çarpıtılmasını sevmem ben.
Bu yüzden sen bu'sun denilerek var olmuş şeyler üzerinden gitmeyide sevemedim.
Ben o hayal ettiğin, sanarak ilerlediğin kişi değilim.
Çok yanlış görüyorsun çocuk.
Bakış açını değiştir.
Seni dinlemeden yargılayan onlarca insan arasında kaybolduğunu,
Boşa nefesini tükettiğini bile göremezken,
Beni ne savun, ne de yargıla.
Tanışmıyoruz çünkü seninle.
Onlarca gereksiz anı arasında vakit yaratamadığımız tek şeydi bu.
Bu yüzden, yargılama beni çocuk.
Baştan aşağıya kadar nefesinle tanı beni.
Arkanda bırakıp gittiğinde önce sesimi unut, sonra kokumu.
''Peki ya anılar?'' mı diyeceksin?
Deme.
En başında bahis ettiğim gibi, gereksiz şeyler onlar.
Yazılmış kaderin üzerinden oynamaya devam et,
Değiştirmeden, değişmesine izin vermeden, hangi sebepten ötürü bu hayat üzerinde nefesini tükettiğini bilmeden.
Sadece bildiğin yollardan git.
Hayatımda tanıdığım en cesur korkak olarak hafızama kazınmayı sen seçtin.
Ve sen çocuk.
Cesur bir korkaktan daha fazlası olamayacaksın.
Devam et.

14 Mar 2013

Désolé Dettes*

Unutmak adına yazılan hisler vardır.
Tenini, gözlerini, ellerini, dokunduğun her yeri milim milim unutmamak adına yazılan hisler.
Hisler diyorum,
Çünkü- Bir yazı deyip geçemezsin onlara,
Baştan aşağıya kadar kırgınlık kokar.
Yaptıkların, yapacakların arasında aklında kalmayacak birşey olacak.
Belki de en çok derinden bu yakacak seni.
Hiç düşünmemişsin ama,
Sesini unutacaksın.

Saatlerce konuşmasından sıkılmadığın, 
O sana serenatlar yaptığı eşsiz sesini.
Sonra- Aylar geçecek,Sesini duyduğunda çocukluğundaki mutluluğuna ulaşmana sebebiyet sunacak bir telefon gelecek.
Bunun sebebi ise kalbinin hatırlamak istediğini yeniden ezberlemesi olacak.
Sık canını.

Canının sıkıntısı geçtiğinde o geri gelecek.
Acı çekmediğinden bahsetme bana,
O da yalan.
Önce çevreni, sonra kendini kandıracaksın.

Daha çok- Kendini kandırmaya çalışacaksın. 

Unutma, 

Daha yeni başlıyoruz.
Sen ne hislerini kağıda döküp, ne hislerini yakacasın.Ne kelimeler kuracaksın, ne kelimeler tüketeceksin.Kendi ateşini söndürdükten sonra, kim bilir hangi anılarını yakacaksın.
Böyle birşey unutmak istememek- 

''Son kez''ler bu sebepten ölümsüzdür.
Ölümler bu sebepten ötürü güzellerdir.
Bitmezler, hiç bir zaman geçmezler.

Aslında işin aslı-
İnadına biterler, bazen hatta inadına giderler.
Bu yüzden üzülmemen gerektiğini öğrenmek gerekecek.
Üzülme diyecek onlarca laf kalabağı sana, üzüleceksin.
Benim bahsim ise, üzülmen gerektiği.
Sen yine üzül.
Giden geri gelir, ezberlediği yolları hatırından silmediği süreçte. 

Acı olsada, şairlik duygularını açığa vuran acılarının daha başı bu.
Ne şiirler yazakcasın, ne hikayeler, ne hislerini kaleme alacaksın. 
Hepsi onu unutmamak için olucak. 
Sadece tek emin olacağın bu olsun. 
Üz kendini, üzme de demiyorum. 
Üz ki gittiği günü, geldiği günde ona hatırlatmayı unutma.

11 Oca 2013

Dernier Souffle*

Unutmayı hiç bir zaman sevememişti
Anılar yok edilmek için var olmuşsa eğer, yaşamanın anlamsızlığınıda barındırmış demekti onun için

Günlerden 11 Ocak 2013.

2013 yılı.
Yeni bir yıl.
Herkesin güzel dilekler sunduğu,
O'nunsa sadece O'nun ölümsüz kılınmasını dilediği yıllardandı.

Günler fazla geçmedi sahi, yıl dönümlerine az kala,
Başladıkları günü 4 geçe bitmişti.
Sebep?
Sebepler her zaman saçma değil miydi?
O lanet sebepler her zaman saçmaydı.
Bahaneydi.
Bahane imajı vermek istemeyenlerin kılıfıydı sebepler.

Yüzünü ezberlemeye çalıştım.
Bir daha unutmak istemediğim, hatları keskin, hiç acelesi olmadan sıraya dizilmiş kaşlarını, o güzel dudaklarını.
Birazda kokunu unutmamaya çalıştım.
İçime çektim deliler gibi.
Leyla olmuş kafamla aklıma geldi, kokunu içime çekerken nefesimle geri veriyordum.
Atmosfere karışıyordu.
O bile benim olamıyordu artık.
Çok komik değil mi?

Gözlerimi kapadığım anda yüzünün her köşesini bir dakikadan az sürede çizen birisi için gerçekten gülünç değil miydi?

Ellerini ezberledim giderken.
O beyaz, pürüssüz ellerini, uzun parmaklarını, güzel ellerini.
Sımsıkı tutmak istedim.
Çocukluğunda yapmadığı bütün herşeyin acısını çıkartırken annesinden korkan ufak bir kız gibi.

Vakit dursun istedim o an.
O akrep, yelkovanla birlikte kaybolsun istedim.
Güneş Ay'ı içine çekerek yok etsin istedim.
Bugün bitmesin istedim.

Taksim.
Yer Taksim'di.
O İstiklâl Caddesi'nde yürürken gülüşlerimizin kaybolmasını istedim.
Sanki o an, oradan kaçıp gitmek istermişsin gibi ellerini sıkı sıkı tutmak değildi niyetim.
Şuan tam olarak 46 dakika oldu sevgilim.
Sensiz geçecek günlere saymama yaklaşan 46 dakika.
Ve sonraları daha da ötesi olacak.

Rüya olsun istedim, deliler gibi seni sevmek istedim o an yine.
Ardı ardına giden içkilerin sonu gelsin istedim, başım dönüyordu.
Ya sendin, ya da o saçma sapan içkilerdi.
Son sigaramızdı seninle içtiğimiz, son biramızdı.
Son defa öptüm seni, son defa içime çektim nefesini.

Ben sonları hiç sevmezdim sevgili.
Arkamı dönüp gitmeye cesaret bile bulamadım.
Zaman geçiyor, hava kararıyor, başım dönüyor diyeydi gitmek isteyişim.
Biraz daha havaya ihtiyacım vardı.
Sonsuz bir havaya.
Daha çokta ufak bir şakaya.

Ufak bir şakaydı desen değişirdi elbet kalp ritimlerim.

Artık ellerimde kalan pek birşey yok.
Anılar dışında.
Unut diyemezsin, söyledim sana.
Hafızamı hiç sevemedim ben.
Çocukken oturduğumuz evin duvarlarındaki boyanın, çizgilerin, şeritlerin ve dahası o şeritlerin üzerindeki resimleri ve renklerini unutamadığım gibi.

Ellerimde artık,
Beraber içtiğimiz bir sigara kutusu, parmaklarımın ucuna sinmiş kokun ve resimlerin var artık.

Sen gittin.
Ve giderken hiç unutmayacağım bir şekilde ezberledim seni.
Üzerinde gri, yeşil çizgili, boğazlı bir kazak, deri bir ceket.
Gülemeyen gözler, gülümseyen bir ifade.

Keşkeler senin için olamadı hiç bir zaman.
Çünkü pişmanlık demekti geçirilen onca günden hiç pişman değilim ama,
Keşke gitmeseydin be sevgili.
Keşke..

Sadece Dinle.*